Duyurular

Pieter Bruegel (baba) “Ölümün Zaferi” (1562-63)Güncel Çalışma Grubunun 20.6.2021 tarihinde çevrimiçi olarak düzenlenen Güncel Üzerine Psikanalitik Notlar-1: Salgının Gölgesinde Yaşamak Sempozyumu etkinlik özetleri“

“Salgının Gölgesinde Yaşamak”

David Bell’in yaptığı sunumun özeti:

PANDEMİ ÜZERINE PSIKANALİTİK DÜŞÜNCELER

Psikanalistler, zihnin rüyayı ya da yanılsamayı gerçeklikle karıştırma yetisine aşinadır ama bazı gerçeklikleri rüyaymışlar gibi ele alabileceğimiz konusu yeterince vurgulanmamıştır. Hannah Arendt bu olguya dikkat çekmişti. Arendt’in bağlamı, toplama kampları kâbusuydu; bu kampların tuhaf, rüya benzeri niteliğinin, insanların şok edici gerçekliği algılamalarını güçleştirdiğini düşünüyordu. İlk başlarda pandemi, şu anda farkında olduğumuz acımasız gerçeklikten ziyade bir bilimkurgu filmi gibi görünüyordu. Bu durumun azımsanmayacak katkısıyla, liderlerimiz dahil olmak üzere pek çoğumuz, pandemiyi ciddiye almaya dair sınırlı yetimizden epeyce fire verdik: Yaşamımızı sürdürmek için ihtiyaç duyduğumuz güvenlik yanılsamasını destekleyen rahatlatıcı vaazlara fazlasıyla kolay mı ikna olduk yoksa?

“Fakat gerçeklik ortaya çıktığında katmerli bir etki yaratır: Yalnızca inkâr ettiğimiz o acı ve korkutucu gerçeklikle değil, aynı zamanda onun ifade ettiği tümgüçlülüğün çöküşüyle de başa çıkmak zorunda kalırız. Çocukluk çağına özgü bu baştan çıkartmalara ve maskeledikleri korkutucu kırılganlıklara ne kadar da kolay av olduğumuza dair rahatsız edici bir anımsatıcıdır bu.” Aşina olan yabancılaşmış ve yabancı olan aşinalaşmıştır, bu da tekinsizlik hislerini harekete geçirir.

Kaçınılmaz olarak, bir yandan gerçek durumu olduğu gibi kabullenen bir yandan da kendini düşleme kaptırmaktan kaçınan dengeli bir ruh halini mümkün olduğunca korumaya, paranoya (mutlak güvenlik peşindedir) ve üstünkörü bir ihmalcilik (ne yazık ki siyasi liderlerde sık görülür) arasında bir yol tutturmaya çalışırız.

“Toplumsal bir krizin ortasındayız. Virüsün doğrudan etkileri bir yana, kriz durumlarında adetten olduğu üzere, sözde normalliğin gizlediği veya kaçınılmaz ya da olağan kabul ettiği tezatlar ve fay hatları aniden görünür hale geldi. Burada, işimizde uyguladığımız düşünce şekliyle bir parallelik görüyoruz.”

“Fakat kaderimize bütünüyle kayıtsız bir dünyanın varlığıyla çevrelenmiş olduğumuzu kabul etmek hiçbirimiz için kolay değil. Paranoya durumları bir nevi telafi sunar. Eğer paranoyaksanız asla yalnız değilsinizdir. Pandemi paranoyanın bir çeşidine yatıştırıcı yönde etki eder, çünkü ırksal ötekinde odaklanamaz (bu konuda bazı girişimler yapıldıysa da neyse ki şu ana kadar fazla taraftar toplamadı). Öte yandan, başka türlü bir paranoyak dehşeti, yani hem görünmeyen hem de her yerde var olan düşmana duyulan korkuyu tahrik eder.

Daha önce “gerçekler” ile “nesnelerin” ayrıştırılması gerekliliği olarak açıkladığım konu bence bu sorun üzerinde de etkilidir.


Evren Balta’nın yaptığı sunumun özeti:

PANDEMİ VE İKTİDAR

​Salgın döneminde hükûmetler nüfusun davranışlarını kontrol etmek ve sınırlandırmak için olağanüstü önlemler aldılar. Bu önlemler merkezi hükümet ile yerel hükümet, genç ile yaşlı, zengin ile fakir, beyaz ile siyah, sağlık ile ekonomi, ulusal ile uluslararası arasında yentipte gerilimler yarattı. Bu sunum bu gerilimlerin tarihsel olarak salgınlar üzerinden nasıl inşa edildiğine ve COVID-19 salgını ile nasıl dönüşmekte olduğuna odaklanacak.


Mine Özgüroğlu’nun yaptığı sunumun özeti:

KORONA GÜNLERİNDE PSİKANALİZ- Bedensiz İletişim

Pandemiyle birlikte, fiziksel yakınlıkların tehlikeli, mesafeli ilişkilerin güvenli varsayılması, yaşamın her alanında olduğu gibi analitik uygulamalarda da ciddi değişikliklere sebep oldu. Bu değişikliklerin en önemlilerinden biri de, bedensel- fiziksel etkileşimin önemli bir kısmının analitik çalışmanın dışında kalmasıdır. Ortak fiziksel mekan yerine, ayrı ayrı iki mekandan iletişim kurmak zorunda kaldık. Fiziksel olarak ses ve görüntü dışında bir etkileşimin olmadığı bu duruma her hastam kendi ruhsal dinamiklerine göre tepkiler verdiler.

Uzun süredir çalıştığım, analitik işlevlerimi iç dünyalarında belli ölçülerde içselleştirebilmiş olanlar, zorlansalar da, görece daha kolay uyum sağlayabildiler. Ancak, yakın zamanda başladığım ve/veya bağımlı bir aktarım içinde olan birkaç hastamla durum pek de kolay olmadı. Özellikle en erken nesne ilişkilerinde ciddi zorlukları olmuş olan bazı kişilerde, aktarımsal eylemlerin yanısıra ciddi endişeler ortaya çıktı. Bu konuşmada, online çalışmada zorlandığını gözlemlediğim bu hasta grubunda, bedensel etkileşim eksikliğinin etkilerini ve ruhsal anlamlarını ağırlıklı olarak Winnicott’ın kuramının ışığı altında ele almaya çalışacağım.


Fatih Artvinli’nin yaptığı sunumun özeti:

Salgın: Hakikati Reddetme ve Unutma

Salgınların tarihi, aynı zamanda bir “unutma” ya da “hatırlamama” tarihi olarak da okunabilir. Tıp tarihçisi Frank M. Snowden bu durumu “tarihsel bellek yitimi” ve “toplumsal bellek yitimi” olarak adlandırıyor.

COVID-19 pandemisinin yarattığı korku ya da tehlike ile birlikte, geçmişteki salgınlara ve salgın hastalıkların tarihine duyulan merak da giderek yayıldı. Bu dönemde tarihçilere en çok sorulan sorular, geçmiş pandemilerde neler yaşandığı, ne tür tepkiler verildiği, pandemiden nasıl dersler çıkarılabileceği gibi birbirine benzer ve bir tür “tarihsel reçete” talep eden sorulardı. COVID-19’u geçmiş pandemilerle karşılaştırıp çeşitli dersler çıkarmaya çalışılsa da, bu konuda işin uzmanları dikkatli olmamız ve tarihsel analojilerin sınırlılığı konusunda uyarılarda bulundu.

19. yüzyıl ortasında meydana gelen bir kolera salgını ile günümüzdeki pandemi arasında ortaya çıkış, etkenler, yayılma vb. gibi tıbbi açıdan bir benzerlik, farklılık ilişkisine değil ama toplumsal, siyasal ve psikolojik açıdan bazı davranış kalıplarına dikkat çekebilir ve esas bu konuda yeniden düşünmemizi, salgın yönetimine ilişkin politikaları gözden geçirmeyi ve sorgulamayı sağlayabiliriz. Örneğin, 19. yüzyıl ortalarında defalarca salgınlara tanıklık etmiş, sonradan İstanbul’un en ünlü ruh hekimi olan eski karantina hekimi Luigi Mongeri’nin, kolera ile ilgili gözlemlerinden, tecrübelerinden ve tespitlerinden kısa bir kaç alıntıyı okumanın bile içinde bulunduğumuz pandemiyi yeniden düşünmemize katkısı olabilir:

“..Mesela veba. Başlangıçta onu karşılayan gülünç inanmazlık, her nevi önleyici tedbirden nefret etme ve daha sonra felaket ortaya çıktığında hissedilen korku, zihni toparlayamama hali, çaresizlik içinde ilme ve akla mugayir tedbirlere müracaat edilmesi. Bunlar, tecrübeyle sabit vakalar değil mi? Tecrübenin derslerine sağır kalma; korkunun hükümranlığı altında sonradan tahrif ve mübalağa edilen şeyi başta cehaletle inkâr etme itiyadı, bu zararlı itiyat, insan cinsine o kadar has bir şey ki…”

“Hakikati reddetmedeki bu aynı inat, bu hicaba gark eden, onu gizlemek için müphem laflar etme oyununu, felaketin şiddetlenmesiyle verilen bu gecikmiş tavizleri kolerada da görmedik mi?”


​Pınar Limnili Özeren’in yaptığı sunumun özeti:

Bir Analist Öldüğünde…

Korona virüs salgınını hepimizi kendi kırılganlığımız ve yaşamın bir sonu olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda bıraktı. Çoğumuz yaşamımızın bugüne dek olan öyküsüne başka bir gözle baktık ve geleceğin hiç de beklediğimiz gibi olmayabileceğini düşündüğümüz anlar oldu. Bir hastayla çalışmaya başladığımızda onlardan acı verici duygulanımlarıyla temas etmelerini, en derin arzularını, kaygılarını ve düşlemlerini aktarımda tekrar yaşamalarını bekliyoruz, bunu yaparken ihtiyaç duydukları sürece onlar için yaşamayı ve odada olmayı vaat ediyoruz. Peki ya bu vaadi yerine getiremezsek? Bu sunumda salgın boyunca çoğumuzun yaşadığı hastalanma ve ölüm korkusundan hareketle analistin ciddi hastalığının ya da ölümünün analizanın ruhsallığındaki anlamları ve derin etkileri ele alınacaktır. Psikanalizin ölüm ve ölüm kaygısı kavramlarına bakışı gözden geçirilecektir. Psikanalistlerin analiz sürecinde yaşanan gerçek ölüm ve yas tutmayı tartışmaya dair isteksizliğinin olası nedenleri tartışılacak ve ölen analistin ardından psikanaliz kurumlarının kapsayıcı işlevi üzerinde durulacaktır.